17 Ekim 2008 Cuma

hayvan; "uyumalıyım" (bölüm II)

Güneş yavaş yavaş ışıltısını saklamaya başlamıştı. Eski evin hareketli hayattan uzak yalnız bir görüntüsü vardı. Perdeleri yırtılmış penceresinden içeri baksanız elinde silahıyla sandalyede oturmuş yerde yatan cesette bakan adamı garipserdiniz. Onu için hayat ölümü istemekten, ölümü tatmaktan başka anlam ifade etmiyordu. Biliyordu günü aramanın zamanı değildi. Gün yüzünü karartmıştı. Ancak bir kaybeden olabilirdi. Düstüğü kuyudan yardım dileyen Yusuf'tu o. Ama hayatında kendisinden başka kimsesi yoktu. Kim yardım ederdi geleceğini kaybetmiş bir adama. Herseyi, sevdiği kadın ayaklarının altında sessiz ve masumca yatıyordu. Ne kadar güzeldi bir ölü olmasına karşın... Boşluğa bakan gözleri ne ışıltıyla bakardı, göhe dönük elleri ne güze okşardı, solmus dudakları ne güzel öperdi... "Sevdiğim kadın beni affedermişin?" ağlamaya başlamıştı "aklımı ele geçiren bu anlamsız düşten kurtar beni. Huzur verirmişin sana döktüğüm gözyaşlarıma karşılık" haykırışları duyuldu gün batımında yankılanan...
Bir mum yakmıştı. İkiside karanlığı severdi. Ateşli gecelerinde işledikleri günahları karanlığın örteceğine inanırlardı. Son zamanları, bakışlarda ki ısıltıların kaybolmadığı o son saatleri hatırladı. En uzun ayrılıklarından ertesinde bu eski evde buluşmuşlardı. İlk dakikaları hatırladı ne arzuyla sevismişlerdi. Daha ileri gitmek istemiş engellenmişti. Farklı bir duyguya kapılmıştı, beklenmedik olayların başladığını küçük bir ürkeklikle hissetmişti. "Ne oldu?" sorusu biraz korku, biraz sevinçle "haberlerim var" cevabı ile yanıtlanmıştı. "Nasıl karsılayacağını bilmiyorum ama hamileyim" demişti. Ne düşünmeliydi? Korku bedenini kaplamıştı. Hazırmıydı böyle bir süprize? "Ne oldu" sorusunu bu kez demin kendi yaşadığı duygulardan daha yoğun şekilde sevdiği kadın sormuştu. "Ne diyeceğimi bilemiyorum". O ağlamaya başlamıştı. Sevdiği kadını, o gülen kadını ilk kez ağlarken görüyordu...
"Seni nasıl ağlattım. Nasıl üzdüm seni...". Güneş son ısıklarıyla kayboluyordu. Pencerenin karşısına oturdu. Karanlık perdesini gökyüzüne açmıştı. Çerçevesinin camına vuran mum ışığının gözünü aldığı fotoğrafa baktı. "Nefesin sözlükler kurmaya yetmeyecek. Neden... neden gittin..." elinde tuttuğu silahı başına dayadı. Ölüm namlunun ucu kadar soğukluktu. Uzaktan parlayan sehir ısıklarını görünce anıları tekrar canlandı.
"Ben gidiyorum" demişti yaşlı gözlerle. Tepkisini yanlış anladığını anlatmaya çalışmıştı ama o kadınca içgüdüleriyle uzaklaşmak istemişti. "Seni seviyorum" demişti adam "bebeğide istiyorum neden bu tepkin? Kendini tek günlük bir kadın olarak görmen na acı. Ne yaptımda bu düsünce canlandı kafanda?". Kadın üzgün ve yenik bir sesle "Babalık yapabileceğini kim söyledi. Onca hayallimizden sonra tam mutlu olacağımı düşündükten sonra sen gelmiş "ne diyeceğimi bilmiyorum" diyorsun". O ise yaptıgı hatanın farkına varmıştı. "Seni seviyorum" demişti ve sevdiği kadına sarılmıştı. Biraz zorlada olsa ikiside aska yenik düşmüş ve sevgiyle sarılmışlardı.
Silahın namlusunu bu sefer ağzına soktu. Derin nefesleri hala sürüyordu. Alnından terler akıyordu ve gözyaşlarına karısıyordu. Bir kaç günlük ince sakalları kurumuş kanla parlak bir renk almıştı. Silah barut kokuyordu. Ölümün tadıydı belkide barut. Havayı cigerlerine çekmeye basladı. Az sonra ölecekti. Son kez olsun yasadığının farkına varmak istiyordu. Ama karanlık düşler hala kafasındaydı.
İkiside oturuyordu. Son kavgalarından beri çok az konuşmuşlardı. "Ne yapıcaz" demişti kadın. Bir gülücük atmıştı "evleneceğiz". O an herseyin yine eskisi gibi olduğuna kendini inandırmıştı. Cevap vermemişti. Acı çektiğini düşünmüştü, gözleri gözlerine bakmıyordu. İstemeden yaptığı o küçüçük suskunluk kadını, kadınını üzmüştü. Hayat bir suskunluk kadar değerliydi. İnsanları tanıdıkça hayatın ne zor ve anlasılmaz olduğunu anlamıştı.
İlerleyen saatlerde gitmek istediğini söylemişti. Ona kalması için ısrar etmişti. Kapının yanında kendisine bakmıştı ve ağzından bir kaç sözlük boşalmıştı. Olayın örgüsü bir kelimede çözülecekti. Değersizdi, anlamsızdı, insanları bu derece hayvani bir duyguya, vahsiliğe sürüklemesi ne garipti. "Yarın işe gitmelisin" demişti. O tek kelime; "kovuldum". Hayatının kadını işte o an çıldırmıştı. "Çocuğa neyle bakmayı düşünüyorsun" demişti "nasıl bu kadar düsüncesiz olabilirsin, geleceğimizi mahvettin". Sevdiği kadın bir seytana o zaman dönüşmüştü. Hakaretler, yumruklar ve içinde büyüyen büyük bir acı.
"Bir katil olmak için ne değersiz bir neden. Ufacık olaylar nasıl bu kadar büyük sorunlar yaratır?". Güneş batmıştı. Yıldızlar aydınlatıyordu gökyüzünü. "Her yıldız bir ölümlüyü temsil eder. Bir yıldız kaydıgında bedenimizden ruhumuz ayrılır" gözlerini kapattı "son". Eli tetiği çekmeye yanaşmıyordu. Oysa saniyeler sonra bilmediği bir boşluğa sürüklenecekti. Eğer varsa kısa bir zaman sonra cehenemi görecekti. Acı dolu bir hayata başlıyacaktı.
Hatırlıyordu. Gözü dönmüstü. Kadına vurmaya başlamıştı, durmadan vuruyordu, tekmeler atıyordu. Hayvani bir içgüdüydü. O yerde savunmasız, acınacak haldeydi aldığı darbelerle kendinden geçmişti. Yenik haliyle bile ne kadar güzeldi. Sevdiği kadın ayakları altında can veriyordu. Artık biliyordu insan barbar doğardı. Hayvani duygularını ne kadar yontarsanız yontun bir yerlerden açığa çıkmaya basaracaktı.
Durmuştu ayaklarının altında vucudunun her kösesinde acıyla yatan kadına sefkatle bakmıştı. Bedenini sararak dikkatle yatağa yatırmıştı. Yüzüne bakıyordu acıyla, nefretini ve korkusunu gösteremeyecek kadar bitkin ve halsizdi. Ölüme gidiyordu geride sevgisini verdiği ve karsılığında ölümü tattığı adam vardı. Gözlerini kaçırmıştı kendisinden. Sadece ölümü bekliyordu. "Ne yaptım sana" diye ilk o zaman ağlamıştı. Gözyaşları ölene kadar hiç dinmeyecekti.
Günü aramanın bir faydası yoktu. Onun günü elini tuttuğu kadının son nefesiyle bitecekti. Sarılmak istiyordu, sahip olduğu herseyi ona vermek. Bir gül kadar güzel bu yüz nasıl solardı. Asağılık bir hiçti, anlamı yoktu. "ısğım sönüyor, tanrım yardım et bana!". Tanrının adını anmıstı ne vermiştiki ona ne alacaktı. İslediği günahın büyüklüğü yanında ne gereksiz bir istekti.
"Beni yalnız bırakma, nefesini hissetmek istiyorum". Kadın son nefesini veriyordu. Ölümü tadacaktı az sonra. Kafasını kadının gögsüne yasladı. Hafif nefes alıslarını hissediyordu. Elini tuttu. Kanlı ellerin bir kar tanesini kirletmesi gibi yavas yavas soğuyan elleri tuttu. "Soğuk o kadar dehşet verici ki yavasca sıcaklıgını alırken için için korkudan yanıyorum." yüzünde hayal kırıklıgının ve umutsuzlugun izleri vardı. Kadının güzel başını ellerinin eline arasına almıştı. "Ben burdayım askım" demişti. Oysa kadın boş gözlerle yattığı odanın tavanına bakıyordu. "Bana bak askım" demişti üzüntüyle ama kadın bakmamış gözyaşlarına boğulmuştu. Zorlada olsa agzından bir kelime çıkmıştı. "Git!"
Hangi kalp katlanabilirdi böyle bir üzüntüye. Değersizliğini suratına vurmuştu. Son sözlerinde kendisine istenmediğini söylemişti. O ölümün kollarında yaşam mücadelesi verirken ve bunun sebebi kendisiyken ne acı bir sondu. Tek bir kelime acıcına acı katarak kendisine ölümden beter hale sokmuştu. İlk o zaman, o laftan sonra ölüm aklında yer edinmişti. Hala o anın gerçeklesmesine çabalıyor ama bir türlü eli tetiğe gitmiyordu. "Korkağım" diye söylendi. Ancak böyle acıklayabilirdi durumunu. Ölüm veren bir caniydi. Kabuslarında görebileceği, aklının ucundan geçmeyen o azabı başkasına yaşatan kendisi, simdi ölümden korktugunu farketmiş elinde kalan tek varlığı; canını almaktan korkuyordu.
"Ah! ölümcül kadın. Son nefesinde "git" dedin bana. Sana olan askım sonsuz bir tutku, bitmez bir sevgiydi. Soğuk ellerinde, bakışlarımdan kaçırdıgın bakışlarında ufacık bir sevgi aradım. Yaptıklarımla bir canavarım. Ölümü hakettim ama... Gözlerinde ki soğukluk içimi dondurdu." silahı boğazına dayadı. "uyumalıyım".
Güzel kadını öldügünde ne kadar sakindi. Solgun dudakları, boş bakışlarıyla ne güzel bir cesetti. Ne vahsi duygular hissetmişti. Onun yüzünü avuçlarına almış tutkuyla öpmüştü. O soğuk dudaklarla sevişmişti. Ufak bir hareket beklermişcesine dudaklarını ısırmıştı. O hiç karşılık vermemişti. Ruhunu kaybetmiş bir bedendi. Hayatı elinden alınmış bir cesetti. Son kez dudaklarını oksamıştı sonra "uyumalıyız" deyip kadının gözlerini kapatmış ve yanına uzanmıştı. "Uyu sevgilim" ne rahat bir uykuya dalmıştı.
Karanlık gökyüzü, bulutların arkasında ısıltıları yanıp sönen, dans eden yıldızlar. Hafif bir ot kukusu geliyor burnuna. Hafif bir rüzgar vuruyor yüzüne. "Beni unutmamış rüzgar... gözlerim açık ölmeliyim yanına gelirken". Silahı iki eline aldı. Ne zor bir an boğazı düğümlenmişti. Yıldızlara baktı. "uyumalıyım"
Bir el ateş sesi geldi. Sonra düsen bir silah sesi ve sandalyeden yana doğru devrilen bir beden. Hırıltılı ses odayı doldurdu. Düşen adamın çaresiz suratına baksanız göz kapaklarının kapanmamak için oynadığını görürdünüz.


*Bu yazı 2006 ile 2007 yıllarında kaleme alınmış sonra bırakılmıştır. Büyük olasılık ebedi bir değerinin olmadığı ve aslında orda varolan kişinin kendim oluşu ve nefret ettiğim bir insanı bu derece öldürme hayalini bırakın, kendimi öldürme isteğinin kaleme alınması bende korku yaratmış ve devam edilmesini güçleştirmiştir.

hayvan; "günü arayan"

Örümceklerin dolaştığı gölgelere sinmiş küf kokulu oda ilk başta yalnızlık hissi uyandırsada tül perdenin verdiği az ışık bir yüzü aydınlatıyordu. Oturduğu sandalyede bağdaş kurmuş uzun zaman güneşin doğusunu izlemişti. Karmakarışık saçlarının düştüğü geniş alnının altında ince burnu anlasılmaz mırıltılarla hafif hafif oynayan ağzını gölgeliyordu. "Kabusların beni alacağına inananlar, bildiklerini anlamayanlar. Kabusların bizi alacağına inananlar, canlarını sonsuza teslim edenler...". Mırıltılı sözleri gözyaşlarına karıştı. Ağlıyordu. " Oooo! Yaşam ellerimle tutamayacağım kadar... Yaşam yolundan döndüremeyeceğim kadar zorlu...". Gözyaşları çenesinden aşağı düserken elleriyle suratını kapattı. Acı dolu inlemeler hüzünlü odayı kapladı. Bir adamla kadının mutluluk dolu bir anında çekilmiş fotoğrafının bulunduğu sehpanın önüne atladı. Kafasını elleriyle kapatıyordu. Yattığı yerin içine çekilmek, bir daha dönmemesine kaybolmak istedi. Uzun süre ses çıkarmadan bekledi.
Odada ne ısık vardı nede elektronik bir alet. Pencerenin dikine bakan kapının sağ tarafında hala birinin yattığı anlasılan bir yatak, sol tarafında uzun zamandan beri yanmadığı belli olan paslı bir soba, hemen çaprazında yemek artıklarıyla dolu bir masa, masanın yanında pencereye bakan bir sandelye, odanın en karanlık köseşi olan pencerinin sağında üstünde mutlu çiftin resmi bulunan eski bir sehpa vardı. En ilgi çekeni ise sehpanın önünde sessizce yatan bir adamdı.
Adının artık durumu ihtibariyle bir önemi olmadığı için ben ona sadece "günü arayan" diyeceğim. Yavaşca yattığı yerden kalkıp etrafına bakındı. Kendini nasıl bu kadar aciz duruma düşürdüğünü düsündü. Kafasını kaldırdığında resmi gördü. İçini burkan bir karsılasmaydı. Resmi eline alarak elbisesinin koluyla hafif tozunu sildi. Çerçevede birbirine sarılmış, yüzlerinde gülücük olan iki kişinin mutluluk saçan resmi vardı. Resmi dikkatle incelerken orada gördüğü kendisinin simdi ki halinden ne kadar farklı olduğuna iç çekerek baktı. "Hayatımın ne güzel bir anı." diye söylendi. "O gün bizi mutluluktan kim uzaklastırır diye düsünmezdik. Sevgimizin karsılığı yoktu. Anlıyormusun tek yaptığım seni sevmekti..." sesi ağlamaklı bir hal almıştı. "Benden uzaklastın... Beni yokmuşun gibi görmeye başladın". Tekrar başlayan ağlama nöbeti beyninden atamadığı düsünceleri açığa çıkarttı.
Aylar önce çalıştığı işte başarılı, hayatın sadece para kazanmak olduğuna inanan bir beyaz yakalıydı. Patronlarına her zaman kibar davranır, kendini işine aşık biri gibi gösterirdi. İşten başka bir şey düşünmezsede arada bir arkadaşlarıyla eğlenceye gidip kendine vakit ayırmayı ihmal etmezdi. Yine böyle bir gecede tanışmıştı onunla. Akıllı ve güzel konuşan bir kadın olmasının yanında (böyle seylere önem vermesede) çokta güzeldi. Hareketleri, bakışları öyle etkiliyiciydi ki gözlerini ondan alamıyordu. İlk görüşte kapıldığı bu kadın hayatınıda etki etmeye başlamıştı. Aklından çıkmıyordu. Geceleri düşlerinde yaşıyordu. Bütün cinsel hayallerinde o vardı. Bazen aşk tanrıcası olup, bazen bir porno yıldızına dönüşüyordu. Yaşamının her anındaydı.
Haftalar sonra tekrar karşılaştıklarında öyle derin ve aşkla baktı ki sevdiği kadına, gece sonuna doğru kadında bakışlarına karşılık vermeye ve kendişiyle ilgilenmeye başlamıştı. Gece bittiğinde telefon numarasını verip bildiği bir iki espiriyle yüzünü bile güldürmüştü. Ne mutlu bir andı. Arkadaşları arasında bu ilgi farkedilmekle kalmamış, yürek oksayan iltifatlarlarla karşılaşmış, kendişine güveni bir kat daha artmıştı.
Bir gün çalan bir telefonla hayatının o ana kadar ki en heyecanlı dakikalarını yaşamıştı. İsmini söylerken ve konuşmasını sürdürürken ona ne kadar aşık olduğunu anladı. "Kendisini tanımak istediğini, mümkünse bu gece kendisine vakit ayırıp ayıramayacağını" soruyordu. Aynı gece ağzında sözler bir şiir gibi akıyordu. İlk defa bu kadar etkilendiği sevdiği kadını seytanca bir içgüdüyle ellerine almıştı. Onu eve bıraktığında kendişinden etkilendiğini bile söylemişti ve tekrar buluşmak için randevu vermişti.
İlişki öyle hızlı ilerliyordu ki istemedende olsa ipleri elinden kaçırmaya başlamıştı. Cinsel isteği iki tarafın öyleşine artmıştıki bir gece arkadaşının kullanmadığı ve anlatmakta olduğum olayların başladığı eski eve gelmişlerdi. Evin eski olması, pis olması umurlarında değildi onlar bedenlerini istiyorlardı ve burası bunun için müsahitti. Geceler boyu en derin noktalarına kadar paylaştıkları aşkları nereye varacağı bilinmez bir sona gidiyordu.
İşe gitmeyi bırakmıştı. Sadece onu düşünüyordu. Her gece kendisine gelmesini bekliyordu. O geldiğinde bu eski ev bir cennete dönüşüyordu, yer yatağı altın bir sultan yatağı oluyordu. Geceler boyu derin inleneler ve birbirini izleyen ritmik bir hareketlilikle vucudunda duyduğu sıcaklık onu dünyadan başka bir evrene taşıyordu. Sonra bir gün aldığı haberle sarsıldı. İşinden kovulmuştu. Birkaç ay öncesine kadar hayatında ön önem verdiği sey işiydi...
Bununlada kalmadı. Artık evinede gitmez oldu, sahip olduğu tek sey (bir an için) gecelerini geçirdiği eski ev ve ruhunu verdiği sevdiği kadındı. Bir kaç gün önce "hamileyim" diye gelmişti kadın, çok heyecenlıydı, gelecek hakkında planlar yapıyordu işten kovulduğunu duyunca çıldırdı. Sinirle kendi üstüne gelmişti ona vurmuştu. Sevdiği kadın bir seytana dönüşmüştü. Oysa onu ne kadar seviyordu. Darbeler canını acıtmıyordu, ama kalbine anlam veremediği ızdıraplar çektiriyordu. Kavga bütün gece sürdü gerisini hatırlamıyordu. Kendisi pencerenin önünde sandelyede günün batışını ve doğusunu izlerken ne arkasını dönüp yattığı yatakta ki sevdiği kadına bakabilmişti, nede kendisini affettirecek sözleri ona söylemeyi başarabilmişti. Bir söz bir hareket bekliyordu ama o sadece yatıyordu. Bu sessizlik içini kemiriyordu. Kalkıp kendisine bağırmasını istiyordu. Bu acı katlanamayacağı bir hale gelmişti. Gücünü toplayıp bir türlü yanına gidemiyordu. Elinde tuttuğu resimdeki kadındı o. Ne kadar mutluydular ne olmuştuda böyle derin bir sesizliğe bürünmüştü.
Ağlaması dinince ayağa kalktı. Son vermeliydi bu duruma, onunla konuşmalıydı. Yumruklarını şıktı, derin bir nefes aldı. Yavaş yavaş yer yatağına gitti. Orda yatıyordu sevdiği kadın. Uyuyormuydu acaba yoksa kendisinimi kandırıyordu. Hala bir umut olmalıydı neden gitmemişti, neden hala yanındaydı. İçinde bir mutluluk duygusu belirdi "hala seviyor olmalıydı yoksa gitmezmiydi". "Askım" dedi ürkekçe "beni duyuyormusun. Yaptıklarım için beni affedecekmişin?" cevap alamamıştı. Yatağın karşısına diz çöktü. "Hayat suratımıza gülmüyor değilmi? Dün iki harika çiftken şimdi ayrılmanın eşiğinde iki ayrı bedeniz. Birbirimizi tanımamazlıktan geliyoruz. Ne üzücü ama biliyorum beni seviyorsun. Biliyorum sevmesen giderdin. Ben senin kalbinin tek sahibiyim, sende benim sevdiğim kadınsın. Bazen sevgilerin ölçülmesi için böyle kütü anılar yaşamak gerekir. Seni seviyorum. Seni seviyorum..." tekrar ağlamaya başladı. "Seni seviyorum beni affet lütfen... seni seviyorum" ağlamalar haykırışlara dönüştü. Çıldırmışcasına ağlıyordu. Ağladı...
Ağlamaktan şişmiş gözlerle ve hıçkırıkla karışık "seni seviyorum" sözleri arasında sevdiği kadına bakıyordu. Yavaşca başı öne eğildi. "Beni affet" diye söylendi "artık umudum kalmadı lütfen bana yardım et... kalk ve beni affet...". Kendini alamadan sevdiği kadına sarıldı. Öyle sıkı sıkıyorduki kadın karsılık bile veremezdi. Başı kadının gövdesinin üstünde uzun bir süre yattı.
Aniden korkunç bir çığlıkla kendine geldiğinde "ben bir katilim nasıl seni üzdüm" diye bağırıyordu. "ben bir katilim. seni üzdüğüm için affet beni" bunu der demez ayağa kalktı dengesiz adımlarla pencereye doğru yürüdü. Gözleri kararıyordu, hayvani iniltilerle derin nefesler alıyordu. Pencerenin tüllerin yırtmaya başladı. "nasıl yaptım bunu sana... nasıl kalbini kırdım".
Güneş tam tepedeydi. Karanlık odanın içini bir fener gibi aydınlattı. Geri dönerken sandelyeye takılıp düştü. Çarpmanın etkişiyle acıyan alnını tutunca bilinçsizce ilkildi. Eli kan içindeydi, sonra diğer eline baktı, ikiside kurumuş kanla kaplıydı. Kan ellerinde, giysilerinde her yerdeydi. Delice korkuya kapıldı. Bilyordu, sadece ne yaptığını kendine söyleyemiyordu. Yapmış olamazdı... hayır yapmadı... yapmış olamazdı... Yatağın başına gitti, yavaşca yorganı kaldırdı. Orda yatıyordu... Çok güzeldi... "seni seviyorum" diye söylendi. Morarmış et yığınına dönmüş kadın ona cevap veremezdi... "ben bir katilim" diye hayvani bir iniltiyle haykırdı adam.
Sevdiği kadının katiliydi. Dinmeyecek bir acı bütün bedenini kapladı... Evden koşar adımlarla çıkti. Geride boş bir oda ve güzel bir ceset kalmıştı.


*Bu yazı 2006 yılında kaleme alınmıştır. Sonra baska projeler ile uğrasılmış yazı bırakılmıştır. Yazının aslı önce sevdiğim sonra nefret ettiğim bir insandan hayal gücümle intikam almaktır. Öykünü başları ve tema aklımda önceden belirsede kapanış bölümü bir öfkenin sonucudur. Bazen insan hayalgücüyle bile bir baska ruh haline dönüp içindeki hayvanı dışarı çıkartabiliyor.

FaHişEnin DüşLeri

Güzel bir fahişenin güzel düşleri vardı. Dünyanın çevresinde tersine doğru yürümeye başladı. Düşündü ki; "zıt yöne yürüsem kolay yaşlanmam", ve düşündü ki; "güzelliğim dünyadan asla kaybolmaz". Kimsesiz ve yalnız değildi, kalabalık ve yalnızlığa fırsat olmayan bir hayatta, sigara kokusunu çekerdi çiğerlerine baska ağızlardan, ter kokusuna alışıktı ve harcanmaya, para olup komidinin üstünde parlamaya. Küçük düşleri olamazdı baska uçkurları içine gömerken ve parası karşılığında karşısında güç gösterisi yapan erkeklerden daha değersiz olamazdı. Güzel bir fahişenin güzel düşleri olamazdı.

DüŞümDeN öFKeLer...

kanat açmış iblisler
etrafımda dönüyorlarda, kendi aralarında gülüşüyorlar
sinsi bakışlarıyla birisi beni gösteriyor da;
"bu ahmaktır, yüce ruhunu kirletme çabasını gösteren"
diğeri; "teslim olmuşmudur ruhu günaha?"
"olmamıştır ama kanla süzerim ruhunu, hemde kara"
cehennemin kapısı açılırda bir an, günahlar tasardı
ruhu karanlık, yanık ayaklı ateşten ucubeler,
hangi yalnızlıktan aldınız ilhamıda, haykırırsınız "kurtuluş" diye
zaman, tökezledi de durdu bir an ve kanatlandı iblisler
derine, ruhumun dibine
elmastan parlak, cehennemden sıcak
ne acı, bir tuhaf
önce bir öfkeye kapılırsın, biraz korku
sonra süphe ve arayış başlar
lanetlenmiş dizlerinde
ağırlığını kaldıramadığın düşünceler
rüzgar ve deniz sesi
cehennemin nefesi ve ateşten suyu
hangi ırmak ruhundan attıklarını taşırmadan taşır
ve hangi yüz masum bakışlarının arkasındaki acıyı anlar
az tütsü, afyon, çok hüzün
başdönmesi;
"seytanım başımda dönmesin"
hüznüm, ellerimi tuttun da dans ettik gecede
ve sen asla kaybolmadın
ben öldüğümde peşimdeydin
sana asık oldum
ah... hüznüm
sana...
asık oldum
yandım ve döndüm
yanık ayaklarımla toprağı kuruttum
kanattım ve döktüm
düştüm...
ağladım...
sevdimmi?
asla
yokolmayı diledim
kader
haykırdım; "kurtuluş" diye.

17ekim08