17 Ekim 2008 Cuma

hayvan; "uyumalıyım" (bölüm II)

Güneş yavaş yavaş ışıltısını saklamaya başlamıştı. Eski evin hareketli hayattan uzak yalnız bir görüntüsü vardı. Perdeleri yırtılmış penceresinden içeri baksanız elinde silahıyla sandalyede oturmuş yerde yatan cesette bakan adamı garipserdiniz. Onu için hayat ölümü istemekten, ölümü tatmaktan başka anlam ifade etmiyordu. Biliyordu günü aramanın zamanı değildi. Gün yüzünü karartmıştı. Ancak bir kaybeden olabilirdi. Düstüğü kuyudan yardım dileyen Yusuf'tu o. Ama hayatında kendisinden başka kimsesi yoktu. Kim yardım ederdi geleceğini kaybetmiş bir adama. Herseyi, sevdiği kadın ayaklarının altında sessiz ve masumca yatıyordu. Ne kadar güzeldi bir ölü olmasına karşın... Boşluğa bakan gözleri ne ışıltıyla bakardı, göhe dönük elleri ne güze okşardı, solmus dudakları ne güzel öperdi... "Sevdiğim kadın beni affedermişin?" ağlamaya başlamıştı "aklımı ele geçiren bu anlamsız düşten kurtar beni. Huzur verirmişin sana döktüğüm gözyaşlarıma karşılık" haykırışları duyuldu gün batımında yankılanan...
Bir mum yakmıştı. İkiside karanlığı severdi. Ateşli gecelerinde işledikleri günahları karanlığın örteceğine inanırlardı. Son zamanları, bakışlarda ki ısıltıların kaybolmadığı o son saatleri hatırladı. En uzun ayrılıklarından ertesinde bu eski evde buluşmuşlardı. İlk dakikaları hatırladı ne arzuyla sevismişlerdi. Daha ileri gitmek istemiş engellenmişti. Farklı bir duyguya kapılmıştı, beklenmedik olayların başladığını küçük bir ürkeklikle hissetmişti. "Ne oldu?" sorusu biraz korku, biraz sevinçle "haberlerim var" cevabı ile yanıtlanmıştı. "Nasıl karsılayacağını bilmiyorum ama hamileyim" demişti. Ne düşünmeliydi? Korku bedenini kaplamıştı. Hazırmıydı böyle bir süprize? "Ne oldu" sorusunu bu kez demin kendi yaşadığı duygulardan daha yoğun şekilde sevdiği kadın sormuştu. "Ne diyeceğimi bilemiyorum". O ağlamaya başlamıştı. Sevdiği kadını, o gülen kadını ilk kez ağlarken görüyordu...
"Seni nasıl ağlattım. Nasıl üzdüm seni...". Güneş son ısıklarıyla kayboluyordu. Pencerenin karşısına oturdu. Karanlık perdesini gökyüzüne açmıştı. Çerçevesinin camına vuran mum ışığının gözünü aldığı fotoğrafa baktı. "Nefesin sözlükler kurmaya yetmeyecek. Neden... neden gittin..." elinde tuttuğu silahı başına dayadı. Ölüm namlunun ucu kadar soğukluktu. Uzaktan parlayan sehir ısıklarını görünce anıları tekrar canlandı.
"Ben gidiyorum" demişti yaşlı gözlerle. Tepkisini yanlış anladığını anlatmaya çalışmıştı ama o kadınca içgüdüleriyle uzaklaşmak istemişti. "Seni seviyorum" demişti adam "bebeğide istiyorum neden bu tepkin? Kendini tek günlük bir kadın olarak görmen na acı. Ne yaptımda bu düsünce canlandı kafanda?". Kadın üzgün ve yenik bir sesle "Babalık yapabileceğini kim söyledi. Onca hayallimizden sonra tam mutlu olacağımı düşündükten sonra sen gelmiş "ne diyeceğimi bilmiyorum" diyorsun". O ise yaptıgı hatanın farkına varmıştı. "Seni seviyorum" demişti ve sevdiği kadına sarılmıştı. Biraz zorlada olsa ikiside aska yenik düşmüş ve sevgiyle sarılmışlardı.
Silahın namlusunu bu sefer ağzına soktu. Derin nefesleri hala sürüyordu. Alnından terler akıyordu ve gözyaşlarına karısıyordu. Bir kaç günlük ince sakalları kurumuş kanla parlak bir renk almıştı. Silah barut kokuyordu. Ölümün tadıydı belkide barut. Havayı cigerlerine çekmeye basladı. Az sonra ölecekti. Son kez olsun yasadığının farkına varmak istiyordu. Ama karanlık düşler hala kafasındaydı.
İkiside oturuyordu. Son kavgalarından beri çok az konuşmuşlardı. "Ne yapıcaz" demişti kadın. Bir gülücük atmıştı "evleneceğiz". O an herseyin yine eskisi gibi olduğuna kendini inandırmıştı. Cevap vermemişti. Acı çektiğini düşünmüştü, gözleri gözlerine bakmıyordu. İstemeden yaptığı o küçüçük suskunluk kadını, kadınını üzmüştü. Hayat bir suskunluk kadar değerliydi. İnsanları tanıdıkça hayatın ne zor ve anlasılmaz olduğunu anlamıştı.
İlerleyen saatlerde gitmek istediğini söylemişti. Ona kalması için ısrar etmişti. Kapının yanında kendisine bakmıştı ve ağzından bir kaç sözlük boşalmıştı. Olayın örgüsü bir kelimede çözülecekti. Değersizdi, anlamsızdı, insanları bu derece hayvani bir duyguya, vahsiliğe sürüklemesi ne garipti. "Yarın işe gitmelisin" demişti. O tek kelime; "kovuldum". Hayatının kadını işte o an çıldırmıştı. "Çocuğa neyle bakmayı düşünüyorsun" demişti "nasıl bu kadar düsüncesiz olabilirsin, geleceğimizi mahvettin". Sevdiği kadın bir seytana o zaman dönüşmüştü. Hakaretler, yumruklar ve içinde büyüyen büyük bir acı.
"Bir katil olmak için ne değersiz bir neden. Ufacık olaylar nasıl bu kadar büyük sorunlar yaratır?". Güneş batmıştı. Yıldızlar aydınlatıyordu gökyüzünü. "Her yıldız bir ölümlüyü temsil eder. Bir yıldız kaydıgında bedenimizden ruhumuz ayrılır" gözlerini kapattı "son". Eli tetiği çekmeye yanaşmıyordu. Oysa saniyeler sonra bilmediği bir boşluğa sürüklenecekti. Eğer varsa kısa bir zaman sonra cehenemi görecekti. Acı dolu bir hayata başlıyacaktı.
Hatırlıyordu. Gözü dönmüstü. Kadına vurmaya başlamıştı, durmadan vuruyordu, tekmeler atıyordu. Hayvani bir içgüdüydü. O yerde savunmasız, acınacak haldeydi aldığı darbelerle kendinden geçmişti. Yenik haliyle bile ne kadar güzeldi. Sevdiği kadın ayakları altında can veriyordu. Artık biliyordu insan barbar doğardı. Hayvani duygularını ne kadar yontarsanız yontun bir yerlerden açığa çıkmaya basaracaktı.
Durmuştu ayaklarının altında vucudunun her kösesinde acıyla yatan kadına sefkatle bakmıştı. Bedenini sararak dikkatle yatağa yatırmıştı. Yüzüne bakıyordu acıyla, nefretini ve korkusunu gösteremeyecek kadar bitkin ve halsizdi. Ölüme gidiyordu geride sevgisini verdiği ve karsılığında ölümü tattığı adam vardı. Gözlerini kaçırmıştı kendisinden. Sadece ölümü bekliyordu. "Ne yaptım sana" diye ilk o zaman ağlamıştı. Gözyaşları ölene kadar hiç dinmeyecekti.
Günü aramanın bir faydası yoktu. Onun günü elini tuttuğu kadının son nefesiyle bitecekti. Sarılmak istiyordu, sahip olduğu herseyi ona vermek. Bir gül kadar güzel bu yüz nasıl solardı. Asağılık bir hiçti, anlamı yoktu. "ısğım sönüyor, tanrım yardım et bana!". Tanrının adını anmıstı ne vermiştiki ona ne alacaktı. İslediği günahın büyüklüğü yanında ne gereksiz bir istekti.
"Beni yalnız bırakma, nefesini hissetmek istiyorum". Kadın son nefesini veriyordu. Ölümü tadacaktı az sonra. Kafasını kadının gögsüne yasladı. Hafif nefes alıslarını hissediyordu. Elini tuttu. Kanlı ellerin bir kar tanesini kirletmesi gibi yavas yavas soğuyan elleri tuttu. "Soğuk o kadar dehşet verici ki yavasca sıcaklıgını alırken için için korkudan yanıyorum." yüzünde hayal kırıklıgının ve umutsuzlugun izleri vardı. Kadının güzel başını ellerinin eline arasına almıştı. "Ben burdayım askım" demişti. Oysa kadın boş gözlerle yattığı odanın tavanına bakıyordu. "Bana bak askım" demişti üzüntüyle ama kadın bakmamış gözyaşlarına boğulmuştu. Zorlada olsa agzından bir kelime çıkmıştı. "Git!"
Hangi kalp katlanabilirdi böyle bir üzüntüye. Değersizliğini suratına vurmuştu. Son sözlerinde kendisine istenmediğini söylemişti. O ölümün kollarında yaşam mücadelesi verirken ve bunun sebebi kendisiyken ne acı bir sondu. Tek bir kelime acıcına acı katarak kendisine ölümden beter hale sokmuştu. İlk o zaman, o laftan sonra ölüm aklında yer edinmişti. Hala o anın gerçeklesmesine çabalıyor ama bir türlü eli tetiğe gitmiyordu. "Korkağım" diye söylendi. Ancak böyle acıklayabilirdi durumunu. Ölüm veren bir caniydi. Kabuslarında görebileceği, aklının ucundan geçmeyen o azabı başkasına yaşatan kendisi, simdi ölümden korktugunu farketmiş elinde kalan tek varlığı; canını almaktan korkuyordu.
"Ah! ölümcül kadın. Son nefesinde "git" dedin bana. Sana olan askım sonsuz bir tutku, bitmez bir sevgiydi. Soğuk ellerinde, bakışlarımdan kaçırdıgın bakışlarında ufacık bir sevgi aradım. Yaptıklarımla bir canavarım. Ölümü hakettim ama... Gözlerinde ki soğukluk içimi dondurdu." silahı boğazına dayadı. "uyumalıyım".
Güzel kadını öldügünde ne kadar sakindi. Solgun dudakları, boş bakışlarıyla ne güzel bir cesetti. Ne vahsi duygular hissetmişti. Onun yüzünü avuçlarına almış tutkuyla öpmüştü. O soğuk dudaklarla sevişmişti. Ufak bir hareket beklermişcesine dudaklarını ısırmıştı. O hiç karşılık vermemişti. Ruhunu kaybetmiş bir bedendi. Hayatı elinden alınmış bir cesetti. Son kez dudaklarını oksamıştı sonra "uyumalıyız" deyip kadının gözlerini kapatmış ve yanına uzanmıştı. "Uyu sevgilim" ne rahat bir uykuya dalmıştı.
Karanlık gökyüzü, bulutların arkasında ısıltıları yanıp sönen, dans eden yıldızlar. Hafif bir ot kukusu geliyor burnuna. Hafif bir rüzgar vuruyor yüzüne. "Beni unutmamış rüzgar... gözlerim açık ölmeliyim yanına gelirken". Silahı iki eline aldı. Ne zor bir an boğazı düğümlenmişti. Yıldızlara baktı. "uyumalıyım"
Bir el ateş sesi geldi. Sonra düsen bir silah sesi ve sandalyeden yana doğru devrilen bir beden. Hırıltılı ses odayı doldurdu. Düşen adamın çaresiz suratına baksanız göz kapaklarının kapanmamak için oynadığını görürdünüz.


*Bu yazı 2006 ile 2007 yıllarında kaleme alınmış sonra bırakılmıştır. Büyük olasılık ebedi bir değerinin olmadığı ve aslında orda varolan kişinin kendim oluşu ve nefret ettiğim bir insanı bu derece öldürme hayalini bırakın, kendimi öldürme isteğinin kaleme alınması bende korku yaratmış ve devam edilmesini güçleştirmiştir.

Hiç yorum yok: